‘İnce Ayar’ çoktan bitti: Sopa verelim!



Kısa ama yalın bir açıklamayla yola koyulalım. Ekonomide “ince ayar” oldukça sık kullanılan bir terimdir. Özellikle Keynesgil yaklaşım (devlet müdahalesine yeşil ışık yakan) çerçevesinde, maliye politikası aracılığıyla kısa vadeli dalgalanmaların giderilmesi ince ayar olarak nitelendirilmektedir. Maliye politikasına para politikası araçları da eklenerek ince ayarın kapsamı genişletilebilmektedir.
İnce ayar terimini daha da zenginleştirerek, küçük, gerekli ve zamanında müdahaleler ile ekonominin kısa vadede dengeye getirilmesi biçiminde tanımlayabiliriz. Bu noktadan itibaren ince ayarın sosyal politikaya, dış politikaya, kamu politikalarına ve siyasete, bu bağlamda siyasi süreçlere uygulanabilmesi söz konusu olacaktır.
Ekonomide ve iktisat politikalarında ince ayarı en sona bırakarak, “diğer alanlarda ülkemizde ince ayar ne durumdadır” sorusunu sormak ve açıkça yanıtlamak gerekiyor. Acaba ince ayarın yapıldığına ilişkin herhangi bir gösterge yakalayabilir miyiz?
Dış politikada zaman şeridini yalnızca yakın geçmişe yönelerek saralım: BOP eşbaşkanlığı, Libya, Mavi Marmara, Davos’taki “one minute” ve sonrasında İsrail ile ilişkiler, Irak ile sorunlar, İran’la ilişkilerde iniş çıkışlar ve gerginlik, giderek içselleştirilen Suriye sorunu ve Esat karşıtlığı, son olarak da Mısır’da Mursi ve Müslüman Kardeşler’i destekleme söylemi. Kısacası yakın-uzak komşularla “sıfır sorun” stratejisi, Osmanlı “bakiyesi” olarak ilan edilen ülkelere sahiplenme olunca, “sürekli sorun”a, açmazlara ve fiyaskolara dönüşmüştür. Avrupa Birliği ile ilişkiler de bu sorunlar yumağının bir diğer yönünü oluşturmaktadır. Diplomaside olması gereken “ince ayar” yerini kuru sıkı tehdit ve ardından çark etmelere yerini bırakmıştır.
Sosyal politikalarda ince ayardan söz etmek olanaklı mı? Nasıl olsun ki? Sosyal ve ekonomik hakların tahrip edildiği ve kısıldığı koşullarda, bu konuda bir ilerleme kaydetmenin nesnel koşulları bulunmamaktadır. Çok uzağa gitmeksizin yalnızca mevcut Anayasa’ya göz atmak yeterli olacaktır.
Sosyal ve ekonomik haklarla devlet ödevlerinden oluşan üçüncü bölümde, ailenin korunması, eğitim ve öğrenim hakkı, kamu yararı bağlamında kıyılardan yararlanma, çalışma ve sözleşme hakkı ve özgürlüğü, sendikal faaliyet, toplu iş sözleşmesi, grev hakkı ve lokavt, sağlık, çevre ve konut alt başlıkları altında sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması yer almaktadır. Gençliğin korunması ve sporun geliştirilmesi, sosyal güvenlik hakları ve bağlantılı olarak tarih, kültür ve tabiat varlıklarının, sanatın ve sanatçının korunması, gene aynı başlık altında sıralanmaktadır.
Yukarıda belirtilen haklarda son dönemde yapılan kısıtlamalar ve tahribat, ince ayar politikalarının çoktan rafa kaldırılmış olduğunu kanıtlamaktadır. Aslında belirtilen her bir alandaki uygulamayı gözler önüne seren çok sayıda araştırma, makale ve kitap yayımlandı. Bir liste vermeksizin, uygulamayı gösteren birkaç örneği anımsayalım: Eğitim ve öğrenim hakkı, 4+4+4 olarak kısaca ifade edeceğimiz eğitim sürecinin parçalanması, ilk ve orta öğretimin İslamlaştırılması ve kız öğrencilerin eve kapatılması çabası ile tahrip edilmiştir. Yüksek öğrenimde demokratik hak isteminde bulunan öğrencilerin ve akademik kadronun üzerindeki baskı giderek artarken, üniversite yönetimlerine hükümet yandaşları ve/veya cemaat mensupları getirilmiştir. Yüksek öğrenimde nitelik bir kenara bırakılırken, piyasalaşma hızlanmıştır.
Çalışma yaşamının esnekleştirilmesi, hızlı ve yaygınlaşan taşeronlaşma, iş güvencesinin kavramsal olarak bile terk edilmesi, kayıtdışı istihdam, sendikal faaliyetlerin doğrudan baskıların yanı sıra yasal düzenlemelerle denetim altına alınması, hızla “sarı” renge bürünen sendikaların üye sayısı yönünden ve finansal olarak güçlendirilmesi söz konusudur.
Evet sağlıkta dönüşüm yaşanmaktadır. Dönüşüm; ticarileşmeyle, piyasaya olabildiğince açılmayla, şirketleşen ve merkezileşen hastanelerin önünün açılmasıyla, sağlık sektörünün büyük sermaye gruplarına teslim edilmesiyle ve kamu fonlarının bu gruplara akıtılmasıyla tamamlanmaya çalışılmaktadır.
Çevrenin, tarih, kültür ve tabiat varlıkları ile kıyıların ve sanat ile sanatçının korunması bir bütünü oluşturmaktadır. HES’lerin adeta metastas yaparak, tüm Anadolu’ya yayılması, nükleer santral kararları, imar uğruna kıyıların, tabiat varlıkların katli, baleden tiyatroya kadar uzanan geniş yelpazede yapılan ve tasarlanan biçim verme ve tahrip etme uğraşları ortadadır.
Ulaşılan son nokta kuşkusuz Gezi Parkı girişimi ve gelişen, yaygınlaşan direniştir. Resmi ve sivil güvenlik güçleriyle destekçilerinin, direnişe karşı başvurdukları tahrip edicici şiddet ve hükümet ile devlet yönetiminin tavrı ve geliştirdiği söylem, ince ayarın yönetici kadroların sözlüklerinde yer almadığını açıkça göstermektedir. İnce ayarın yerini, çoktan, sopalama almıştır!

0 comments

Write Down Your Responses

About Me

Powered by Blogger.

Blog Archive