'Özgürlük' dedim Erdoğan susturdu
Şimdilerde partinin sade bir
üyesi olan Ertuğrul Yalçınbayır AKP'nin kurucu genel sekreteri. Parti içindeki
muhalefeti sebebiyle yönetimle çatışma yaşayan Yalçınbayır, Abdullah Gül'ün
Başbakan olduğu 2002 yılında Başbakan Yardımcısı'yken 2007 seçimlerinde
milletvekili adayı olarak gösterilmedi. Bursa'daki evinde ailesi ile birlikte
yaşayan Yalçınbayır AKP'nin bugün geldiği noktayı sert biçimde eleştiriyor ve
parti kuruluşunda bugünkü bir çok uygulamayı öngörmediklerini söylüyor. Parti
içinde Başbakan Erdoğan ile yaşadığı tartışmaya da ilk kez değinen
Yalçınbayır'la AKP'nin dünü, bugünü ve geleceğini konuştuk.
AKP'nin kuruluşundan bugüne
gelinen aşamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Seçimler açısından bakarsak AK
Parti bugün açık ara birinci ve hükümeti tek başına oluşturmuş bir parti. Fakat
partinin tüzüğü ve programını temel alırsak gerçekleştirilenler nedir? Türkiye
demokrasisi dünyanın neresinde? Partiler arası yarışta birinci olmanız önemli
ama bir de uluslararası veriler var.
YÖNETİM ZAFİYETİ
Türkiye demokrasisi bugün
dünyanın 88. demokrasisi. Ak Parti iktidara geldiğinde de aşağı yukarı aynı
sıralardaydık. Peki insani gelişmişlikte (eğitim sağlık vb gibi) sıralama ne?
Bu noktada da 90. sıralardayız. Ak Parti iktidara geldiğinde bunun da aşağı
yukarı yanındaydık. Yani Ak Parti iktidara geldiğinde dünya ölçeğinde önemli
bir mesafe katedilmemiş.
Türkiye'nin seviyesi bu mu
olmalı! Bu bir yönetim zafiyetidir. Sadece bugünkü yönetime ait bir şey de değildir.
Bundan önce de vardı.
MUHAFAZAKARLIK BASKI OLARAK
YANSIR
Biz kuruluşta Ak Parti ne
liberal, ne muhafazakâr, ne sosyal demokrat bir partidir; Ak Parti demokrat bir
partidir demiştik. Fakat bu partiye eğer muhafazakar derseniz muhafazakarlığın
unsurları baskı olarak yansıyabilir.
Siz muhafazakâr bir yapıda
olabilirsiniz, o size ait olan bir şey. Ama onu başkalarının hayat tarzı ve
düzeni olarak empoze etme hakkınız yok. Hiç kimsenin temel hak ve
özgürlüklerine baskıda bulunamazsınız.
Biz partiyi kurarken din
milliyetçiliği yapılamayacak dedik. Bölgecilik, ırkçılık olamayacak dedik. Bir
de "parti milliyetçiliği" olmayacak dedik. Fakat şimdi memurlar
partilere üye olabilecek. Eğer diğer güvenceleri vermeden bunu yaparsanız
sadece yandaşlığı artırırsınız. Parti içindeki Y'ler artar. Eğer baskıları
artırırsanız yobazlığa gider. Kişisel çıkarlara fırsat verirseniz yalakalığa ve
yalancılığa gider.
SİYASETÇİ BASKICI KONUŞAMAZ
Gezi Parkı eylemleri süreci ve
sonrasında Başbakan Erdoğan'ın kullandığı dili nasıl değerlendiriyorsunuz?
Siyasetçi -hele yaptırım gücü
olan bizim gibi başbakanlıkçı bir sistemde- her istediğini, kendi eğilimlerini
ortaya koyarak, baskı unsuru olacak şekilde konuşma hakkına sahip değildir.
Daha dengeleyici olmak zorundadır.
Katılımcılığın ve şeffaflığın
(hem parti içi, hem dışı) önünü açmayıp toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile
ilgili sadece şu kadar saat uzatıldı derseniz bu iş olmaz. O özgürlüğün özüyle
ilgili düzenleme yapmıyorsunuz. Ve hukuk sistemimiz, yönetiminiz o kadar kötü
işliyor ki oradaki kişileri siz terör eylemi sanığı olarak hakim karşısına
çıkarıyorsunuz.
GÜVEN BUNALIMI!
Başbakan Erdoğan'ın söylemleri
sizce de toplumsal kutuplaşmayı artıran bir durum yarattı mı?
Söylediğimiz bir husus bu. Tayyip
ismi güzel bir isim. Kelime-i Tayyip diye bir kavram var. Güzel söz demektir.
Güzel söz güzel davranışlarla anlam kazanır. Sizin yönetici olarak göreviniz
güzel sözler, davranışlar geliştirmektir. Aksi davranmak güven bunalımını
getirir. Bu da sadece Tayyip Bey'in işi değil, herkesin görevi. Ama tabii bu
işin sorumlusu elbette ki sayın Başbakan'dır.
BOZDAĞ'IN İNSAFINA BIRAKILAMAZ
Son dönemde çok tartışılan
"kızlı erkekli ev" konusunda ne düşünüyorsunuz? Hükümetten bazı
isimlerin "İnsanların özgürlüğü bizim teminatımız altında" gibi
söylemleri ne kadar doğru?
Bu söz yanlış bir söz! O halde
basın özgürlüğünde niye 100'lü sıralardayız? Kadın özgürlüğünde neden benzer
durumdayız?
Yöneticiler kişisel özgürlüklere
dokunamaz, ancak kişilerin özgürlüklerini hayata geçirmesi için zemin hazırlar.
Bu manada, ben bunu (özgürlüğümü)
nasıl Bekir Bozdağ'ın, diğerlerinin insafına terk edebilirim. Bunlar benim
insan olarak doğuştan kazandığım haklar ve uluslararası sözleşmelerle güvence
altına alınmış. Eğer sen bunları yerine getirmiyorsan beni isyan ettirirsin.
Avrupa İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nde insanın baskıya karşı direnme
hakkına dair bir madde var.
Öğrenci evleri işi ise
"terör yuvası" demeye, komşuların birbirlerini ihbar etmelerine kadar
gitti. Ölçülülüğe bakın!
ENDİŞE BİLE YARATAMAZLAR
Yöneticilerin, bırakın özel
hayata müdahaleyi, böyle bir endişe bile yaratma hakkı yok.
Türkiye'de başbakanlıkçı bir
sistem olduğu için söylenen sözü kraldan daha çok kralcı olan kişiler yerine
getirilmesi gereken bir talimat olarak görüyor. Ağızdan çıkan söz talimat,
kendileri için ise kişisel ilerlemenin bir yolu olarak görüyor. İşte falan
Vali'nin, filan müdürün yaptığı gibi. Bunlar toplumsal barışı etkiliyor.
Son gelişmelerde Arınç ve Erdoğan
arasında bir gerginlik oluştu. Gezi eylemleri süreci ve daha öncesinde de böyle
bir gerginliğin olduğu yansımıştı. Bu gerginliğin sebebi nedir sizce? Partide
ne tür sonuçlar üretmesi mümkün?
Partinin kuruluşunda çok önemli
bir görevde bulunan birine neden Tayyip Bey'in genel başkan olduğunu sordum.
Abdullah Gül'le, Bülent Arınç'la eşit olan Erdoğan'ın bu eşitlikte birinci
olduğunu söyledi bana. Hatta ben o kişiye devlet tecrübesinin daha fazla
olduğunu, Tayyip Bey'in ise belediye başkanlığı tecrübesi olduğunu belirterek
"Siz neden olmuyorsunuz" diye sordum. Kamuoyu yoklamalarından çıkan
sonuçlardan bahsetti. O zaman kolektif aklı ön plana çıkaracağız dedik ve
partiyi ortak akıl üzerine kurduk.
ERDOĞAN'LA TARTIŞMASI
Ben 2003 yılındaki Kızılcahamam
toplantısında milletvekillerinin düşüncelerini özgür olarak söyleyememelerinden
kaynaklı şikayetlerinden, kıyıda köşede kendilerinin bir işe yaramadığını
söylediklerinden, ortak aklın çalıştırılamamasından bahsettim.
Bunları ifade ettiğimde benden
sonra konuşanlar "Demokrasi diyenler özgürlük diyenler fikirde fesat
yaratanlardır" dedi. Bende sataşma var diyerek söz istedim. O sırada
Tayyip Bey ise "Yeter! Söyleyeceğinizi söylediniz. Hatta bana hakaret
ettiniz" dedi. Ben de kendilerine "Düşünce özgürlüğüyle hakaret
arasındaki farka dikkat edin" dedim. Yani mesele herkesin düşüncelerini
özgürce söyleyebilmesidir, bunlara katlanabilmektir. Mesele peşin hükümle işin
önünü kesmek değildir.
Yani mesele Tayyip Bey Ahmet,
Mehmet meselesi değil. Bülent Arınç Tayyip Bey'i, Tayyip Bey de Arınç'ı sever
sayar. Ama Tayyip Bey'in tarzı bu. Sonuç olarak iş sadece Tayyip Bey'in kişisel
tutum ve davranışlarına bağlı kalamamalıdır.
NEZAKETSİZLİK BASKIYI GETİRİR
TBMM açılışında Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül'ün konuşması malumunuz. Bu konuşma Erdoğan ile Gül arasında da bir
gerginliğin olduğunun açık ifadesi olarak yorumlandı. Erdoğan ile Gül
arasındaki farklılık ve gerginliğin nasıl bir yol izlemesini bekliyorsunuz?
Bunları bir çatışma olarak değil,
karakter farkı olarak görüyorum. Ama baskıcı unsuru ön plana alan konuşmaları
yapmak siyasetçilere yakışmıyor.
Tayyip Bey'le ilk karşılaştığımda
söylediğim nazik devletle ilgili söylemlerimdi. Nezaketten uzaklaşan siyaset
baskıyı getirir.
Şimdi bazıları ister ki Tayyip
Bey'le Bülent Arınç'ın, Tayyip Bey'le Abdullah Gül'ün arası açılsın, biz de
yararlanalım. Fakat onlar birbirleriyle aralarındaki sorunu çözerler. Bu
durumların derinleşeceğini sanmıyorum.
BU TARZLA GİTMEZ
Güncel tartışmaların da ışığında
AKP'nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Ak Parti Türkiye'nin gerçeği. Ak
Parti'deki demokratikleşme Türkiye'yi ileri götürür. Bu süreçte dedikoduya
girmek yerine konunun özüne inebilirler ise demokrasiye hizmet ederler. İnemezlerse
parti içindeki iktidarlarının sürmesi olur, iktidarların diğer rantla
birleşmesi suretiyle devletin devamı olur. Ama bunun sonunda da Türkiye'nin
zararı söz konusu olur. Yani bu tarzla ileri gidilmez!
Söyleşi: Uğur Koç / BirGün
0 comments
Write Down Your Responses