Gülen'in tansiyonunun yükseldiği günde ilginç gelişme
Çok değil birkaç yıl önceydi.
Cemaat yayınları her hükümeti
eleştireni darbecilikle suçluyor, yayınlarında 'Ergenekoncu', 'darbeci',
'terörist lafları havalarda uçuşuyordu.
Cemaatin polisleri operasyon
üzerine operasyon yapıyor, eliyle koymuş gibi sahte olduğu kanıtlanmış
delilleri topluyor, savcı ve hakimleri cezaevlerine doldurmak için üstüne
düşeni yapıyordu.
Ta ki MİT Müsteşarı ifadeye
çağrılana kadar.
Odatv'nin uzun süredir dile
getirdiği hükümet cemaat gerilimi apaçık ortadaydı artık.
Cemaat içinde büyüdüğü bünyeyi
yemek istiyordu.
Ve kavga başladı.
Şike operasyonundan polisteki
yeni yapılanmaya kadar birçok adımda iki yapı karşı karşıya geldi.
Ve son perde Hakan Fidan'a
yönelik uluslararası tavırda yaşandı.
Fidan'ı açıkça tehdit eden bir
makale cemaatin yayın organı Today's Zaman'da yer alınca hükümet yazarları
cemaati açıkça tehdit etmeye başladı.
Öyle ki cemaate operasyon
isteyenler dahi oldu.
Durumun ne hale geldiğini
gösteren çok ilginç bir makale var.
Yazarı Today's Zaman'ın Genel
Yayın Yönetmeni Bülent Keneş.
Fethullah Gülen'in tansiyonunun
yükselerek hastaneye götürüldüğü gün Keneş 'hep iyi niyetle yaklaştığımız
mevcut hükümetten daha fazla demokrasi ve daha fazla hak özgürlük konusunda
beklentilerimizden dolayı uzun süre okurlarımızı da yanıltmışız.' dedi.
Keneş 'Bünyesinde yayın yaptığım
medya grubu her gün şiddeti daha da artan ve daha da çirkinleşen bu tazyiklere
ne kadar dayanabilir bilemiyorum.' ifadeleriyle durumun vahametini ortaya
koydu.
Sizi cemaat hükümet kavgasının
geldiği yer konusunda tarihi bir belge olan Keneş'in Today's Zaman'daki 'Yeni
Türkiye Bu mu' makalesiyle baş başa bırakalım:
"YENİ TÜRKİYE BU MU
Aslında memleketin geldiği
durumu, Türkiye’nin en edebi köşe yazarlarından biri olan ve hayatı boyunca
yazdıkları daha ziyade muhafazakar demokrat kitleler tarafından okunan Zaman
gazetesi yazarı Ahmet Turan Alkan aylar öncesinden ortaya net bir şekilde
koymuştu.
19 Ağustos 2013 tarihli yazısının
başlığı “Hava puslu, suskun ve ağır” idi. Ahmet Turan Alkan, bir devlet
üniversitesinde öğretim üyesiyken, yani bir “devlet memuru” iken, yaşamak
mecburiyetinde kaldığı 2007 müdahalesine doğru giden süreç ile artık devlet
memuru olmadığı içinden geçmekte olduğumuz ve henüz adını tam olarak koymakta
bile yine içinde bulunduğumuz ortam gereği güçlük çektiğimiz yeni süreci
mukayese ediyordu. “Nerde o günler?” diyen Alkan o yazısında şunları
söylüyordu:
“2007’ye giden süreçte devlet
memuruydum ve bir üniversitede becerebildiğim kadarıyla ders veriyordum.
“Akademisyen” kimliğim vardı. O dönemde yazdıklarımı okuyanlar ve her şeye
rağmen 2547 sayılı kanuna bağlı “memur” kimliğimi bilenler, özel sohbetlerde,
‘Âmirlerin (rektör, dekan vb.) sana karışmıyorlar mı, rahatsız ediliyor musun?’
diye sorarlardı. Şimdi Ergenekon davasından hükümlü paşa ve yazarların ayda en
az bir kere öğrencilere davet üzerine konferans verdiği zamanlardı, yani
üniversite yönetimi ile esasen bir doku uyuşmazlığı vardı. Soranlara hep şöyle
cevap verdim, ‘Hayır, hiç rahatsız edilmiyorum; ne açık ikaz, ne bir imâ;
bilakis bana karşı mesafeli bir saygı duyduklarını hissettim hep.’
Bu doğru. Yazdıklarımdan ötürü ne
YÖK, ne de üniversite yönetiminden baskı görmedim; yazdıklarıma bakıyorum
şimdi: Hiç de ‘ortaya karışık salata’ cinsinden suya sabuna dokunmaz şeyler
değildi. Bu hadiseyi sorulan her yerde yukardaki haliyle anlattım, şahitlerim
vardır.
‘2007’ye akan darbe arifesi
günlerinde mi fikren rahattın, şimdi mi?’ diye sorsalar şöyle cevap veririm;
nerde o günler?
‘Bu biraz ağır bir hüküm değil
mi?’ diye düşünenler çıkabilir; ağırını hafifini bilmiyorum; zihni rahatlık ve
fikrî hürriyet bakımından o dönemde daha iyi durumda olduğumu söylüyorum…”
Aylardır şahsımı ve editörlüğünü
yaptığım Today’s Zaman’ı hedef alan saldırıları, toplu linç kampanyalarını,
tehditleri, akla gelebilecek her türden karakter suikasti çabalarını ve
demonizasyonu korkarım ki ben Ahmet Turan Alkan kadar edebi bir dille
anlatamayacağım.
Malumunuz Today’s Zaman, ileride
bütün detaylarıyla yazmayı düşündüğüm, “yeni medya düzenine” uymamakta direnen
bir gazete. Evrensel gazetecilik ilkelerine sadık kalmaya çaba harcayan, daha
doğrusu bu ilkelere sadakate “cesaret edebilen”, birkaç bağımsız gazeteden
biri. Yanlış okumadınız Yeni Türkiye’de evrensel medya etik ilkelerine sadık
kalabilmek artık ciddi bir cesaret konusu olmuş durumda. Şayet bugünün
Türkiye’sinde gazetecilik yapıyorsanız kamu yararını gözeterek yaptığınız her
haberin, attığınız her başlığın bir bedeli olacağını hesaplamak zorundasınız.
Ülkemizde cinsi ve çapı her ne olursa olsun bu bedeli peşinen göze almak
namuslu gazeteciliğin artık olmazsa olmaz bir şartı haline geldi. Özellikle
yaptığınız haberler, hükümetin her ne konuda olursa olsun aldığı pozisyonu gözü
kapalı alkışlamıyorsa.
Diyebilirsiniz ki; “iyi de
eskiden de şartlar böyle değil miydi?” Haklısınız… Aşağı yukarı böyleydi. Eee
ama biz hani demokratikleşme uğruna onca mücadele vermiş, onca badire
atlatmamış mıydık? Sivil siyasetçilerimizin liderliğinde ülkemizi fikir
özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün ve basın özgürlüğünün olmazsa olmaz olduğu
Batılı standartlarda bir demokrasiye daha da yaklaştırmamış mıydık? Evet, öyle
sanıyorduk... Yanılmışız... Hatta hep iyi niyetle yaklaştığımız mevcut
hükümetten daha fazla demokrasi ve daha fazla hak özgürlük konusunda
beklentilerimizden dolayı uzun süre okurlarımızı da yanıltmışız.
Bu konuda benzer bir yazıyı daha
önce de yazmıştım. Maalesef durum o günden bu yana daha iyiye değil, kötüye
gitti. Son olarak geçtiğimiz hafta içinde Today’s Zaman, Washington Post
gazetesinde ve Jewish Press’te MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı hedef alan yazı ve
tehditleri gazetecilik ilke ve standartları çerçevesinde haberleştirdi diye
görülmedik bir baskı ve yıpratma kampanyasının hedefi haline getirildi. AKP
yanlısı bir gazetede yazan bir gazeteci (ki kendisi birkaç yıl öncesine kadar
AKP karşıtı idi) işi “Haberi aktarırken neden haberinizde söz konusu haberleri
kınayıcı şahsi görüşünüzü de yazmadınız!” diyecek kadar işi akıl almaz
boyutlara taşıdı.
Sadece işini, yani gazetecilik
yapmaya çalışan Today’s Zaman ve şahsım Türkiye’ye, hükümete ve MİT müsteşarına
karşı başlatılan bir uluslararası komplonun “parçası”, “işbirlikçisi”,
“taşeronu” olmakla ve hatta “vatana ihanet”le suçlandık. İşi iyice ileri
götürüp MOSSAD’a, CIA’ye çalıştığımızı söyleyenler bile oldu. Şahsıma yönelik
akıl almaz diğer hakaretler ve aşağılamalara değinmek bile istemiyorum. AKP’nin
kamu bütçesinden ödediği maaşlarla birer “lejyoner” gibi istihdam ettiği
danışmanlar ordusunun yönetiminde örgütlenen binlerce insan, ben bunlara sanal
milis diyorum, sosyal medyanın her türlü kanalından üzerimize saldırtıldı. Yine
aynı ekipler tarafından kurulan kara propaganda amaçlı internet sitelerinde
sürekli ve sistematik bir şekilde demonize edilerek hedef haline getirildik.
Oysa konuyla ilgili yaptığımız haberler herhangi bir gerçek gazetenin yapması
gerekenden ne daha fazla, ne da daha azdı.
Hrant Dink’in dönemin güç
odaklarına yakın medya tarafından düzenlenen ve son dönemde bize yönelik olana
benzer kampanyalar neticesinde öldürüldüğü akıllarda tutulacak olursa, bu işin
nereye varabileceğine dair ciddi endişelenmek gerekir. Biz de endişelenmiyor
değiliz. Ama, gazetecilik ilkelerine uymanın artık her türden bedeli göze
almayı gerektirdiğini peşinen söylemiştim.
Evet, halkın doğru bilgi alma
hakkını temin için en azından şahsım adına bu bedeli de göze aldığımı
rahatlıkla söyleyebilirim. Bünyesinde yayın yaptığım medya grubu her gün
şiddeti daha da artan ve daha da çirkinleşen bu tazyiklere ne kadar dayanabilir
bilemiyorum. Onun kararını verecek olan elbette ben değilim, üst yönetimdir.
Ama en azından şahsım adına şöyle bir söz verebilirim: Ne pahasına olursa
olsun, hakperest gazetecilikten hiçbir ödün vermeden, bu işi yapmaya devam
edeceğim.
Beni bunları yazmak zorunda
bırakanlara dair nihai değerlendirme hakkımı da şahsına ve fikirlerine büyük
saygı duyduğum, hem edebi hem de cesur yazılarını büyük zevkle okuduğum Ahmet
Turan Alkan’a bırakmak istiyorum: “Tenkidi düşmanlık, düşmanlıktan öte harp
ilanı saymak sağlık alâmeti sayılır mı? Eleştirdikleri, tereddüd ve
endişelerini belirttikleri için -velev ki yanlış olsun- fikir sahiplerinin
başına bir takım kiralık isimleri musallat etmek, bana çareden çok çaresizlik
gibi görünüyor, gerçekten üzülüyorum.”
0 comments
Write Down Your Responses